1 Temmuz 2011 Cuma

Ardından - Ümit Ünal'ın Facebook'taki yazısı

Hulki Aktunç: Ardından
Ümit Ünal Perşembe, 30 Haziran 2011, 15:31
“Olduğu gibi kurma, olduğu gibi bırakma dünyayı”

4. Şarkı, Hulki Aktunç


1990 yılında sinemamız bitmek bilmez krizlerinden birini yaşıyordu. İşsizdim ve tabii ki parasızdım. Gazetede küçük bir eleman ilanı gördüm. Yaratım/ FCB ajansı metin yazarı arıyordu. Ne olduğunu pek de bilmeden başvurdum. Faksla yolladığım özgeçmişimde yazdığım senaryolar vardı, reklamla ilgili hiç bir şey yoktu. Pek de umutlu değildim işe alınma konusunda. Ama ertesi gün bir telefon geldi, ajansın kreatif direktörü ve ortağı Hulki Aktunç beni görüşmeye çağırıyordu. Koşa koşa gittim.


Hulki Aktunç’u öykülerinden tanırdım. Bir de çeşitli dergilerde gördüğüm şiirlerinden. Her yerde çok eskiden kalma incecik, siyah beyaz bir resmini kullanırdı. Nedense ince uzun boylu biriyle karşılaşacağımı düşünmüştüm. Gerçek Hulki Aktunç benimle yaklaşık aynı boyda, kilolu biriydi. Bir de nedense çok ciddi, içe kapanık biri olacak sanmıştım. Oysa dün aramızdan ayrılan Hulki Aktunç çok sohbetli ve şakacı bir adamdı.


Özgeçmişimde “askerliğimi deniz katip er olarak yaptım” cümlesini okuyunca gülmüş kendi kendine “katip er” diye tekrar etmiş ve bana “Sır Katibi” kitabını hediye etmişti. İç kapağına -Ümit Ünal kardeşe, tanıştığımız yazılardan ve tanıştığımız günden, ‘denizci, katip’! - diye yazmış. 9 Temmuz 1990’mış.


Beni o gün metin yazarı olarak işe aldı. Dediğim gibi reklamla ilgili bilgim izleyici olmaktan öteye gitmiyordu. Bu yüzden iki aylık bir deneme süresince, bir deneme ücretiyle çalışacaktım. “Deneme ücreti” neredeyse benim Yeşilçam’da bir senaryodan aldığım ücrete yakındı. Sevinerek ayrıldım yanından.


Asıl sevinmem gereken şeyin iyi bir ücretle iş bulmak değil, Hulki Aktunç’un “rahle-i tedrisat”ına girmek olduğunu o gün anlamamıştım. Ertesi günden başlayarak bana ajansta bir masa verdiler. Yazar Aydın Hatipoğlu (o da geçtiğimiz sene aramızdan ayrıldı) ve yazar Sibel Türkmenoğlu ile aynı odada oturuyorduk. Yazdığım metin taslaklarını önce Aydın Bey’e okutur onun düzeltmelerini yaptıktan sonra Hulki Bey’e göstermek için odasına götürürdüm. Metni şöyle bir okur, bir iki noktaya işaret eder, diyelim iyi bir “eleman ilanı” yazmanın ne kadar zor olduğundan bahseder, sonra metni bir kenara koyar ve önünde çalıştığı bir yazıdan ya da okuduğu bir kitaptan yola çıkarak bir sohbete başlardı. Herşey hakkında olabilirdi bu sohbet: “Büyük Argo Sözlüğü”nden bir madde ya da yeni yazdığı bir şiir... Behçet Necatigil... Ece Ayhan... Bilge Karasu’nun “Kılavuz”u yayınlandığında Hulki Bey’in kitabın üzerinde aldığı uzun notları, kitabın ayrıntılarından, bilmecelerinden heyecanla, zevkle söz edişini unutamıyorum. Ben de hikayelerimi bir kitap halinde toplamaya çalışıyordum o günlerde, birkaçını okuması için vermiştim; henüz yayını bile söz konusu olmayan hikayelerimi incelikle eleştirmişti.


İncelik... Günümüzün her ne pahasına olursa olsun yiyecek zincirinde yer kapmak isteyen haydutlar toplumunda neredeyse “zayıflık”la eş tutulan ve bir tür hakarete dönüşmesine ramak kalmış bu sözcük bence Hulki Bey’i çok güzel anlatıyordu. O “Kuklasının ipi zaman hırkasının ipi zaman/ Senin küçük harflerinde unutulmuş kızlar/Bana hiç dönmesin hiç dönmesin ben beklerim” dizelerini yazarken elbette incelikli bir adamdı. Ama “zeker” kelimesinin kökenini açıklarken de ya da “skş” kökünden arapça kurallarla “sekkeş”, “müsakeşe”, “müsekkeş” gibi kelimeler uydururken de ince ve ölçülüydü.


Meraklı ve dikkatliydi. Ders verdiğim her yerde söylediğim “Bir sanatçı öncelikle dünyaya dikkatle bakmalı” lafını ondan öğrendim. Hulki Bey bir kelimenin peşinden, kökenini anlamak için yüzlerce sayfa okuyacak kadar meraklı biriydi.


Birlikte çalıştığımız Sibel Türkmenoğlu da güzel kısa hikayeler yazardı. Hulki Bey yazdıklarını bizimle paylaşmaya bayılırdı. Bazen elinde bütün gece çalıştığı bir şiirle odaya rüzgar gibi dalar, “yeni çıktı, bakın bakalım” diye gururla sayfayı gösterirdi. Onunla çalıştığım bir yıldan biraz fazla sürede, “Adresim Aynalar” kitabının ve “Şarkılar”da yer alan bazı şiirlerinin yazılışına şahit oldum. “Büyük Argo Sözlüğü”nün basılmadan önce taslaklarını bolca karıştırdım.


Hulki Bey tanıdığım en çalışkan insandı diyebilirim. Kimselere benzemeyen bir yaşama/çalışma ritmi vardı. İnanılmaz üretken yazı hayatıyla reklam ajansında yöneticiliği birleştirebilmek için; her sabah işe en erken o gelirdi. Sabah yedi gibi ajansa gelir, ajansın işlerini toplantıları öğleden sonra dörde kadar mutlaka bitirir, sonra eve gider uyur, gece uyanıp sabaha kadar kendi işlerine çalışır ve uyumadan yine ajansa gelirdi.

Sohbetlerin arasında yaramaz bir çocuk gibi parmağına uhu sıkar sonra uhuyla oynamanın ne güzel olduğunu anlatırdı küçük bir hikaye gibi.

Son derece ciddi bir edebi çözümlemenin arasına hınzırca bir dedikodu (yine edebiyatla ilgili) sıkıştırıverirdi. ARA filmimdeki “mani değil” anektodu bana Hulki Bey’den armağandır. (Bilenler bilmeyenlere anlatsın.)

İşimizin fazla olmadığı günlerde öğlen yemeğine bizi Beşiktaş’ta Hasbi meyhanesine götürür, Behçet Necatigil’in de buranın müdavimi olduğunu anlatırdı.

Onun “Erkenciğim benim/ Belkilerim, sankilerim, çünkülerim benim/ Durbakçığım, işteciğim benim” dizelerini o zamanlar aşık olduğum kıza yollamıştım. Bunu Hulki Bey’e söylemedim hiç.

Onu ilk tanıdığım günden beri çok şey değişti. En başta reklam dünyası: Artık Hulki Bey gibi reklamcılar yok. Reklam “şair ama biraz ticaretten de anlayan” insanların değil hırslı işadamlarının yaptığı bir şey oldu. Ülke değişti: Merak etmenin, herşeye dikkat etmenin, ayıpçı şakalar anlatmanın, bizzat şakanın kendisinin ve her türlü inceliğin anlaşılmadığı ve hakir görüldüğü bir ülke oldu.

Ama hala dünyaya dikkatle bakan ve sanatçı olmak isteyen biri için en büyük ders Hulki Aktunç’un bir dizesinde saklıdır bence: “Olduğu gibi kurma, olduğu gibi bırakma dünyayı”.